Hazırlayan:
Ersan Demirdalıç
POSTMODERNİZM
A.
Modernizme
Yapılan Eleştirilerin Sonucu : Postmodernizmi
anlamak için bir önceki çağa yani Modern çağa yani modernizme genel bir
çerçeveyle bakmak uygun olacaktır. İki akımı karşılaştırarak anlatmak konuyu
daha anlaşılır hale getirmektedir. Çünkü Postmodernizm, Modernizmin getirdiği
hemen her şeye tepki olarak doğmuş olup
Modernizm’e karşı bir isyan hareketidir.
Günümüzde pek çok
alanda başına post getirilen kavramlarla sık sık karşılaşıyoruz. Özellikle son
25 – 30 yıl içerisinde ortaya çıkan bu durum Türkiye’ de dahil dünyanın pek çok
ülkesinde birçok alanda görülmektedir. Postçuluk mimariden zoolojiye kadar her
kültürel disiplinin üzerinde iz bırakıyor; biyoloji, ormancılık, coğrafya,
tarih, hukuk, edebiyat ve tüm sanat dalları, tıp ,siyaset, felsefe vb.’ye kadar
uzanıyor. Thomas D. Dochherty, Postmodernizme Giriş adlı eserinde Postmodernizmi
Avrupa’ da birçok alana el atmış bir
hayalet olarak tanımlamaktadır. Şimdi Postmodernizmi daha iyi anlamak için
kendisiyle sıkı sıkıya bağlantılı olan Modernizm ve Aydınlanma üzerinde
duralım.
B.
Aydınlanma
Çağı ve Modernizmin Doğuşu : 1596-1650 yılları arasında
yaşamış olan büyük düşünür Rene Descartes “düşünüyorum öyleyse varım” diyerek Modernizmin fitilini ateşlemiştir.
Ardından 20. Yüzyılın başında yaşamış olan Max Weber’ in rasyonelleşme adı
altında gerçekliklere ancak akıl yoluyla
ulaşılabileceği görüşü ve hayatın her döneminin bir önceki döneme göre daha da
rasyonel olduğunu söylemesi aslında hayata ait her şeyin araçsal akılla
açıklanabileceğine yönelik bir inancı ortaya koymaktadır. Böylece dünyanın
silkinişi gerçekleşecek ve statüko yıkılacaktı. Aslında böyle büyük
düşünürlerin geleceğe yönelik kehanetleri arasında dinin yok olacağı tezi vardı ama bu gerçekleşmedi. Akılcılığın ön plana çıkmasıyla beraber
pozitivist yaklaşım değer kazanmış ve bu
alanda August Comte’ nin önderliğinde tabiat bilimlerinin metodları olan deney
ve gözlem yoluyla toplumsal davranışların açıklanabileceği gerçeği kabul
görmeye başlamıştır. Toplum Bilimi olarak Sosyoloji ismini kullanan Comte
sosyolojinin fizik biliminin yönergeleriyle paralel olarak ilerleyebileceğini ortaya
koyarken bu sebeple Sosyal Fizik ismini kullanmayı tercih etmiştir. Daha basit
bir tabirle Comte’ nin ortaya koyduğu pozitivizm sosyal bilimlerin tabiat
bilimlerinin metodlarını kullanması ve aynı mantıkla hareket etmesi gerektiğini
iddia eden bir ekoldür. Comte’ nin pozitivist anlayışı arkasından bu zihniyeti
savunan pek çok sosyoloğu ortaya çıkarmıştır. Şimdi Comte’ nin pozitivizmi en
son aşamaya koyan ve tüm toplumların bu aşamalardan geçeceğini öngördüğü üç hal
yasasına bir bakış atarsak , ilk olarak teolojik aşamayı görüyoruz. Bu aşamada
tabiat üstü güçler ve dini figürler toplumsal ve tabiat olaylarının sebebi
olarak görülmüş ve açıklanmaya çalışılmıştır. İkinci olarak metafizik
aşamada soyut güçlerin gücü toplumsal
olayların açıklanmasında işletilmiştir. Üçüncü olan pozitivist aşamada
insanlığın ulaştığı en son ki aşamadır
ve bu aşamada insanlar deney ve gözlem yaparak toplumsal ve tabiat olaylarını
açıklamaya çalışmaktadırlar. Toplumlar bu üç aşamanın herhangi birisinde
bulunabilirler ama en son ulaşacakları yer pozitivizmin kucağıdır.
Pozitivizmin ağır bastığı bu dönemde
ortaya çıkan sosyologlar materyalist fikirler ortaya attılar. Bunlardan birisi
Karl Marx’ tır. Marx , toplumu ekonomi kurumunun üzerine bina etmiş ve en
önemli kurumu ekonomi yaparken diğerlerini ona yardımcı olan kurumlar olarak
anlatmıştır. Yine bu dönemde toplumsal davranışları biyolojik olarak incelemeye
çalışanlar ortaya çıkmışlar. Herbert Spencer
organizmayı oluşturan organlar nasıl birbiriyle iletişim halinde ve
birbirine muhtaç bir şekilde çalışır, bunlardan birisi sağlığını yitirdiğinde
tüm organizma bundan etkilenir diyerek
toplumsal davranışların da benzer şekilde incelenmesi gerektiğini savunmuştur.
Bundan sonra sanayi devrimi ve sonrasında yaşanan erken kapitalizm dönemleri de
dahil Modernizmin etkisi dünyada yaygın
olarak sürmüştür. Bizden birisi olan Nesrin Kale’ nin Modernizm tanımlaması çok
hoş olmuş : “ Modernizm, Aydınlanma felsefesiyle ortaya çıkan; insanlığı içinde bulunduğu
bağnazlıktan, hurafelerden; geri
kalmışlıktan kurtarmayı amaçlayan;
toplum bilimlerinde insan uygarlığının genellikle sanayileşme ve laikleşme
aracılığıyla uğradığı ekonomik , siyasal ve toplumsal bir dönüşümdür ve
ilerleme olgusunu temel alarak insanlığın gittikçe daha iyi ve üstün amaca
doğru hareket ettiğini kabul eder.”. Aydınlanma, Batı toplumlarının Tanrı
merkezli dünya görüşü ve hayat tarzından sıyrılarak insan, akıl ve bilim
merkezli dünya görüşü ve bu çerçeveye göre düzenlenmiş hayat tarzına
geçişleridir. Aydınlanmanın merkeze aldığı akıl, her türlü kılavuz ve
yardımcıdan arınmış; hür ve kendi kendine yetebilen, şüpheci, sorgulayıcı
eleştirel bir akıldır. Kant, bu konuda şunları söyler:
"Aydınlanma, insanın kendi suçu
ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış
durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın
kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun
nedeni de aklın kendisine değil, fakat aklın başkasının kılavuzluğu ve yardımı
olmaksızın kullanmak kararlığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda
aranmalıdır. Sapere aude! (Bilmek ve tanımak yürekliliğini göster!) Aklını
kendin kullanmak cesaretini göster, sözü imdi aydınlanmanın parolası
olmaktadır." (Kızılçelik, 1996, s.5)
Kısacası aydınlanma, aklın her şeye
yeteceği, her şeyden üstün olduğu düşüncesini vurgulayarak önce rasyonalizmi,
ardından da pozitivizm ve determinizmi, insan ve toplumun hayatında hâkim
kılmıştır. Aydınlanma düşüncesi 18. yüzyılda belirginleşmiştir. Fakat bazı
bakımlardan bu sürecin, ilk çağlara
–Grek Aydınlanmasına - kadar uzandığı belirtilmektedir. Fakat tarihsel olarak
Aydınlanma Hristiyanlığın yoğun olarak
eleştirildiği, ,kilisenin, din adamlarının, aklın süzgecinden geçtiği 18. yüzyıldır.Aydınlanma , bir anlamda da
burjuvazinin aristokrasiye açtığı savaştır. Aydınlanma hareketinin temel amacı
ise insanı köleleştirdiğine inanılan mit, mitos, inanç ve önyargıların egemen
olduğu düzenden kurtarıp özgürleştirici aklın düzenine sokmaktır.•Yani
Aydınlanma özde ‘Akıl ’çağıdır, diyebiliriz.
Önemli
Aydınlanma düşünürleri ise şunlardır: Locke, Voltaire, Montesquieu,
Rousseu,Diderot, Hume, Berkeley, Kant, Leibnitz ve Hegel.
Özetleyecek olursak Aydınlanma düşüncesinde esas nokta, aklın din
ve inanç üzerindeki üstünlüğüdür.
Modernizmin başlangıcı olarak
Rönasans, Reform ve Amerika’nın keşfi görülmekte ve başlangıç yerinin İtalya
olduğu belirtilmektedir.Bazı düşünürlere göre ise modernizm , burjuvazinin
oluşmasıyla veya sanayi devrimi ile
başlamıştır. Marx ve Weber ise Modernizmi feodal toplumu izleyen dönem olarak
görür.
Modernizmin Başlıca Özellikleri :
1- Akılcı , bilimsel, teknolojik ve
yönetsel etkinliğin yaygınlaşmasıdır.•
2- Toplumum merkezine ‘Tanrının ’yerine
bilim yerleşmiştir ve modernizm akılcılık ile sıkı sıkıya bağlıdır.Fakat
Tourane’nin belirttiği gibi modernizm sadece
akılcılığa ,indirgenemez.
3- Modernlik özgürlük ve özerklik
düşüncesine dayanır.(Wagner)
4- Devlet ve toplumun, akılcı, doğal hukuk
ile siyasal ekonominin, bilim ile inanmanın birbirinden ayrılması esastır.
5- Geleneksel yapıya karşı koyuş söz
konusudur.
Modernizmin temel parametreleri ise Kapitalizm , Endüstri , Kentlilik , Demokrasi
, Ussallık , Bürokrasi , Uzmanlaşma , Bilimsel Bilgi , Ulus Devlettir. Jeannier’e göre Modernliği belirleyen dört
önemli devrim vardır. Bunlar bilimsel devrim/Aydınlanma eksenli
POZİTİVİZM, Kültürel Devrim/Laiklik , Siyasal Devrim/Demokrasi ve
Endüstriyel Devrim/Endüstriyalizm dir.
Modernizm
hakkındaki bu kısa bilgiden sonra Postmodernizme ve bu anlayışın getirdiklerine
bakış atabiliriz.
C.
Postmodernizm’
in Doğuşu ve Tanımı :
Özellikle 1960’ lı yıllardan itibaren yani Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları sonrası salt materyalist anlayışın gerçekleri ortaya çıkarmak için
bir yol olamayacağı, insanı akla indirgeyen modern hayatın insanlığa mutluluk
getirmeyeceği inancı yayılmaya başladı. Bu yıllardan itibaren aklın mutlak
gücüne meydan okuyan post yapısalcılık ya da post modernizm gelişmeye başladı.
Postmodern anlayış aklın toplumsal yapının bir ürünü olduğunu ortaya atarken
toplumsal yapıyı aşan akıl anlayışını eleştirmiştir. Hatta aklın belli yapıların
ürünü olduğunu iddia edip , insan davranışlarının da bir yapının veya yapıların
ürünü olduklarını ortaya koydu. Artık sadece akılla evrensel ve toplumsal
gerçeklere ulaşamayacağını anlayan toplumlar, modernizm çağından devir
aldıkları dinsizlik ve geleneksizlik anlayışının da etkisiyle ciddi bir bunalım
ve boşlukla karşı karşıya kaldılar. Özellikle sınıfçılık ve ırkçılık
akımlarının son bulmasıyla insanlar kendilerini politikanın merkezine koydular
ve bundan sonra narsist ve hedonistik savrulmalar başladı. Arkasından bireyin
kendisini tanıması ya da tanımlamasını sağlayabilecek bir takım açılımlar
yerine tam tersi yönde kendisini unutturacak, kendisine iyice yabancılaştıracak
hazcı yaklaşımlar ortaya çıktı. Bu süreç batı medeniyetinin hazcı yaklaşımı kendisine
ruh edinmesi noktasına kadar vardı. Toplumsal bilinç bireyi uyutan bir metefora
dönüştü.
Postmodenizm teriminin tam anlamının
ne olduğu ve neyi ifade ettiği hususunda hala ortak bir görüş birliğine
varılamamıştır. Birbirine tezat teşkil eden çok sayıda ‘Postmodernizm’ tanımı
bulunmaktadır. Postmodernizmin kesin olan bazı özellikleri vardır ve bu
özelliklerden bir tanıma ulaşmak mümkün olabilir. Postmodernizm, Modernizm’in
temel özelliklerine; bilimsel bilginin üstünlüğüne, pozitif bilimlere,
ulus-devlet anlayışına, endüstriyalizme, kapitalizme karşı çıkan ya da onları
sorgulayan buna karşılık, belirsizliği, parçalılığı, farklılığı, etnikliği, alt
kültürleri, kültürel çoğulculuğu, yerel bilgiyi ön plana çıkaran bir akımdır, diyebiliriz. Ayrıca
‘Post ’ kelimesinden de bir tanıma ulaşmak mümkündür. Post öneki bir aşma
durumunu belirtir. Bu anlamda Postmodernizm de modern dönemin sonrasını ve o
dönemin aşılmasını tanımlamaktadır. Yani
Modern sözcüğü ile tanımlanan aşamadan sonra gelen yeni bir aşamayı ifade
etmektedir.
D.
Postmodernizmin
Sosyolojik Yönü : Sosyolojide postmodern terimini ilk
kullanan kişi Amatia Etzioni’ dir. Etzioni gelişen iletişim teknolojisinin
postmodern toplumu belirlediğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda postmodernlikle
ilgili tüm kuramların çıkış noktası Fransa olmuştur. Baudrillard, Foucault ve
Lyotard Fransalı düşünürlerdir. Postmodern düşünürlere
göre belli bir toplum kuramı olanaksızdır. İnsan ve toplum onlara göre
belirlenemez olgulardır. Çünkü toplumda parçalanmışlık , kaos, süreksizlik
vardır. Bu sebeple herhangi bir kuram havada kalacaktır. Postmodernliği savunan
sosyologlar da bir şekilde toplumsal çözümlemeler yapmışlardır. Bu
çözümlemeleri yorumlama şeklindedir. Postmodernizm çoğulculuk anlayışına
sahiptir. Herkese hukuk ve demokrasi temel görüşleri içerisinde en öne çıkan
kavramlardır.
Genel anlamda
postmodern teoriler 1970’lerde gündeme gelmiştir. Baudrillard,
Lyotard ve Jameson postmodern sosyologların önde gelen isimleridir. Bu anlamda
Postmodern toplum düzeni ile ilgili ilk görüşleri ortaya atan bu kimselerdir.
Baudrillard, ‘Simülasyon Evreni ’ tabirini kullanarak taklitlerin ve suretlerin
ürünü olan bir postmodern toplumdan bahseder. Lyotard , büyük umutların ve
devrimci siyasetin sona erdiği bir postmodern
durumdan bahseder. Jameson ise postmodernizmi geç kapitalizmin kültürel
mantığı olarak yorumlar. Dolayısıyla
postmodernizmin toplumsal boyutunu ortaya koymak için özellikle bu düşünürlerin
fikirlerini ele almak uygun olacaktır.
Jean Baudrillard ve Simülasyon
Evreni : Baudrillard, sosyoloji eğitimi görmüş ve Marksizmle
yakından ilgilenmiş Postmodernizmin önde gelen düşünürlerindendir.Ne
düşündüğünü aşağıdaki sözlerinden anlamak mümkündür :
“Modern toplumların içinde bulunduğu durumu
nitelemek gerekseydi , bir orji sonrası hali derdim. Orji, tam da modernliğin
patladığı andır.; her alandaki özgürlüğün patladığı andır…”
“Gerçek ihtiyaçlar ile sahte
ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı tüketim toplumunda birey,
tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık
ve prestij getirdiğine inanır. İnsan bu süreçte bir yandan kendini toplumsal
olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla
bütünleşir. Dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüşür. İnsani
ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakır. Artık geçerli ahlâk, tüketim
etkinliğinin ta kendisidir.”
Baudrillard’ a göre insanlar artık
bir simülasyon evreninin içindedirler. Simülasyon oluşumu İkinci Dünya Savaşı
bitişiyle birlikte başlamıştır. Savaşın arkasından batı sosyal devlet olma
fikrini düşünmeye ve hatta hayata geçirmeye başlamıştır. Bu şu anlama gelir sağ
solun işlevine göz dikiyor ya da bu açığı fark ediyor. İletişim ve hizmet
sektörünün ağırlığı tarım ve sanayi sektörünün ağırlığını geçmeye başlar bu
dönemde. Televizyon etkisiyle insanlar düşünmeyi bırakıp yüzeysel olarak sadece
bakmaya başlamışlardır. Mesela Kore Savaşı ‘ nı televizyonlarında izleyenler ,
bir şampuan reklamına da aynı gözle bakarak izlemeye başlamıştır. Savaş orada
tüm hızıyla sürerken insanlar televizyonlarını kapatıp rahatlıkla
uyuyabilmektedirler. Bu ise duygusuzlaşmayı beraberinde getirmektedir. Herkes
herşeyin farkında olmakla birlikte kimse rahatını bozmak istememektedir. İşte
bireyin bu yeni dönemde yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir ve herşey sadece
görüntülerden ibarettir.
Baudrillard’ın bu konuda ortaya attığı
en önemli kavramlardan birisi “ gerçeklik ilkesi” kavramıdır. Gerçeklik ilkesi
tamamen zihinde oluşan, düşünsel bir süreçtir.
Eğer gerçeğin ne olduğu konusundaki algı bir sebeple sakatlanmışsa
bireyin artık sağlıklı bir gerçeklik algısı oluşturabilmesi mümkün
görünmemektedir. Bu ilke insanların gündelik yaşamlarını kurguladıkları önemli
bir temeldir aynı zamanda. Dolayısıyla sosyal, ekonomik, toplumsal gelişmelerin
sağlıklı yürüyebilmesi için gerekli görülmektedir. Baudrillard, gerçeklik
ilkesi kavramını biraz ideoloji kavramına da benzetmektedir. Gerçeklik ilkesi
ve ideoloji kavramları, bireylerin tercihleri üzerinde etkili olan, seçip
seçmeme noktasında karar veriş süreci üzerinde söz sahibi sayabileceğimiz
kavramlardır. Gerçeğin ne olduğu konusunda yanıltılan bireyler, artık tercihlerini gerçek olmayan
fakat gerçekmiş gibi onun yerini alan şeyler üzerinden yapmaktadırlar. Tam bu
noktada Baudrillard’ın simülasyon kuramının önemli kavramlarından birisi olan
simülakr kavramı karşımıza çıkar. Baudrillard bahsi geçen; gerçek olmayan fakat
bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünümleri, simülakr olarak tanımlamaktadır. Baudrillard’a göre
1960’lardan sonra gerçeklik algısı tamamen değişmiştir. Birey, simülakrların
oluşturduğu simülasyon evreninde, ekonomik,
politik ve sosyal simülakrlar arasında artık sağlıklı olarak düşünce üretemez
hale gelmiştir. Bu bağlamda en büyük saf simülakrlar da Din ve Politikadır.
O,
bu şekilde gerçeklik ilkesinin sakatlandığı bir ortamda, sistemin kendi
kendisinin sorununu çözmek için hiçbir alternatif yaratamayacağı görüşünü
savunmaktadır. Eğer “sistemin kendi kendisinin gerçeklik ilkesi kaymış ise,
aynı sistemin kendi terimlerini, kavramlarını ve ilkelerini kullanarak herhangi
bir çözüm sunma şansı da kalmamıştır
”
görüşünü savunmaktadır. Bu bağlamda artık Marksist, kapitalist, liberalist ya
da neoliberalist, vb… görüş sahibi olmanın da hiçbir anlamı kalmamıştır. Ortak
tek bir ideoloji vardır, o da tüketmekten ibarettir. Gerçeklik algısının
kaybolduğu, tamamen sanal olarak nitelendirilebilecek bir evrende yaşamakta
olduğumuz günümüzde amaç yalnızca tüketmek olarak belirlenmiştir. Bu tüketimi
arttırmak ve yeniden yeniden tüketimi sağlamak için de her yol mubah
görülmektedir. Simülasyon ortamlarını yaratan televizyonlar, reklâmlar,
sanat, ekonomi, politika, eğlence
sektörü, sinema sektörü vb...alanların tümü, tüketimi arttırma amacına hizmet
etmektedirler. Hayal ile gerçek olanın
artık tamamen birbirine karıştığı bir evrende, toplumların yaşamlarını
belirleyici yegane süreç tüketim ve onun organize edildiği ekonomik
unsurlardır. İnsanoğlu’nun yaşama dair sahip olduğu her şey bir tek formüle
indirgenmiş durumdadır. Bu formül Gereksinim +Doyum = Evren formülüdür. Sistem,
bireylerde doğal olmayan yöntemlerle simülakrları kullanarak yarattığı
simülasyon ortamlarında, özünde gerekmeyen gereksinimler yaratmakta ve birey
doyum sağlamak güdüsü ile tüketime zorlanmaktadır. Öyleki; evrende varoluşun
tek nedeni bu güdülerin tatmin edilmesine endekslenmek istenmektedir. Bireyde
bu hissi yaratmak ve tükettirmek için savaşlar çıkartmak, suikastler
tertiplemek, terör ortamları yaratarak
onlarla mücadele etmek dâhil her türlü yöntemin kullanılması da serbesttir.
Sistem için sadece, savaş çıkartmak tükettirmek (askeri malzeme satmak) ve yine
çıkan savaşta yaralananları iyileştirmek için tükettirmek (tıbbi yardım malzemesi,
ilaç vb. satmak) esastır. Doğanın ya da insanların gördüğü zarar sistemin
umurunda değildir. Kaldıki; Baudrillard’a göre ne savaş savaş, nede terör terör
olabilir. Bunlar olsa olsa gerçeğinin yerini alan savaş ve terör simülakrları
olabilirler. Bu sarmal döngüsel düzen içerisinde sistem herhangi bir soruna
çözüm üretmek ya da açıklama getirmek derdinde değildir. Aynı anda ortaya çıkan
birçok kavram bir yandan kavram kirliliği yaratırken diğer yandan birçok şey
söylüyormuş gibi görünüp aslında hiçbir şey söylememektedir. Televizyon
ekranlarında yapılan bunca konuşma, açık oturum, tartışma programları vb. tam
da bu görevi yerine getiren birer demokrasi simülakrlarıdır. Herkes hakça fikrini söylüyor gibi
görünmektedir. Üret – tüket formülü ile
süreç işletilmekte ve bu formül sürekli tekrarlanarak yeniden üret, yeniden tüket denilmektedir.
Elbette tüketim toplumlarının yaratılmak istendiği böyle bir evrende, tüketimin
ana göstergesi olan “nesne” çok önemli bir yere sahiptir. Nesnenin satın
alınabilir olması, onu satın alan kişiye yani sahibine sağladığı statü, belirli
bir markayı temsil etmesi ve o markanın tüketicisi olan zümreye duyulan
aidiyet...
Kısacası Baudrillard’ a göre toplumun sonu gelmiştir. ‘Game With Vestiges’
adlı makalesinde postmodernizmin yıkıntıdan (modernliğin harabelerinden) arta kalanlarla oynanan bir oyun olduğunu
söyler. Ona göre tarih durmuştur. Anlamı olmayan bir tür tarih sonrasında
olduğumuzu ve tüm tanımların anlamını yitirdiği , her şeyin bittiği yani toplumsalın sonunun geldiğini belirtir.
Baudrillard, artık toplumun bir ‘kitle yığını’
haline geldiğini söylemektedir.
İkinci öne çıkan kavram ‘İçe doğru
patlama ’dır. Baudrillard’a göre Modern toplumda önemi olan hususlar postmodern toplumda içe
doğru patlayarak önemini yitirmiştir. Yani toplum, sosyal değişme, sınıf gibi kavramları açıklayan
toplumsal kuramlar geçerliliğini bu yüzyılda yitirmiştir. Çünkü bu kuramlar
insanı muktedir saymaktadır. Oysaki postmodern toplumda insanlarda
‘olağanüstü bir uyumluluk’ söz
konusudur. İnsanlar yığın halinde işaretlere uyumlu olarak
yaşamaktadır.İnsanları bu şekilde sessiz bir yığın haline getiren mekanizma
Baudrillard’a göre MEDYA’dır. Yani her şey birbiri içine girmiş ve içe doğru
patlama gerçekleşmiştir ve Modernitedeki her şey postmodern dönemde anlamını yitirmiştir.
Kısacası
Budrillard’a göre şimdiye kadarki tüm toplumsal kuramlar geçerliliğini
yitirmiştir , diyebiliriz.
Baudrillard’da toplumla ilgili olarak
ortaya atılan önemli bir başka konu da Batı’da 16.yüzyıldan beri ‘Ölümü Baskı
Altına Alma ’hususudur. Modern toplum insanları psikolojik olarak ölümden kaçma
eğilimi göstermektedir. Yani çağdaş toplum yaşam üzerine kurulmakta ölüm ise
normalin dışına atılmaktadır.Baudrillard’a göre, böylelikle aslında bireyin
yaşamı ölüm kokusu altında tutulmakta ve birey kendisini ölümden koruyacağına
inandığı toplumsal otoritelere baş eğmektedir.
Baudrillard, toplumsal değişimi üç
simulasyon çağına ayırır. Birinci simulasyon çağı, Rönasans ile başlayan değişim
sürecidir. İkincisi ise sanayi ile
başlayan değişim sürecidir. Üçüncüsü üretimin yerine onun taklidinin geçtiği
dönem olan bu postmodern dönemdir.Bu çağda artık her şey taklitlere göre
şekillenmektedir.
Baudrillard, modern dönemi Freud’la Marx’ın
çağı olarak görür ve postmodern dönemi bunlardan ayırır. Baudrillard’a göre
‘postmodern dünya anlamdan yoksundur. postmodernite teorilerin boşlukta
süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri bir dönemdir.
Jean –Francios Lyotard ve Toplum :
1924 yılında Versai de doğan Lyotard
daha çok dil ve bilgi üzerinde durmuştur. Lyotard dilde gerçeklik yerine yorumu
ön plana çıkartır. Toplumu tek gerçeklik üzerinden açıkladığını iddia eden
görüşlere karşı çıkar. Postmodern anlayışta insanların bu söylemlerden
kurtularak özgürleşmesi gerektiğine inanır. Ona göre toplum bu tip tüm
baskılardan kurtulmalıdır ve dolayısıyla toplumda kesin doğrular ve bilgiler
olmamalıdır. Her türlü kuramın toplum üzerinde bir baskı oluşturduğunu
belirterek , yeni postmodern toplumda belirleyici rolün , iletişim ,
enformasyon ve teknoloji olacağını söyler.
Lyotard toplumda
farklılığın ve çeşitliliğin olmasını ve bilgi ve diğer büyük anlatıların toplum
üzerindeki üstünlüğünün yıkılması gerektiğini savunur.
Gençlik dönelerinde bir sol gruba üye
olan Lyotard 1964’de tamamen Marksizm’den ayrılmıştır.
Micheil Faucault : Gençliğinde
komünist partisi üyesi olan Faucault 1951’ den sonra partiden uzaklaşmış fakat
postmodern fikirleri içerisinde tamamen marksizmden kopmamıştır. Faucault
modern çağın rasyonellik anlayışına tamamen karşı çıkmıştır. Faucault diğer
postmodern düşünürlerin aksine toplumsal yapı ve düzenin tamamını reddetmemiş ,
postmodernitenin modernite ile bağlantılı olduğuna inanmış ve böylece
moderniteye bu bağlamda saygı göstermiştir.
Eleştiriler : Postmodern
anlayışa en büyük eleştiriler insanları gerçek çelişkilerden uzaklaştırıp
onları gerçeklerden arındırılmış bir
dünyaya çektikleri için yapılmıştır. Eleştirmenlere göre postmodern kavramlar
ideolojiktirler. Postmodern
eleştirmenlerin başında Habermas , Giddens ve Gellner gelmektedir.
Habermas modernizmi tamamlanmamış bir süreç olarak
görmektedir. Ona göre postmodernizme gerek yoktur. Çünki postmodernizm içinde
yer alan unsurlar zaten modernizmde vardır.
Giddens de postmodern dönemi
eleştirmektedir. Giddens’e göre eğer
Postmodernizmin bir anlamı varsa edebiyat , resim, mimarideki akımlara
sınırlandırılmalıdır.
Gellner kendisiyle yapılan bir röportajda
‘Postmodernizme şiddetle karşıyım.’ demektedir. O
postmodern akımı fazlasıyla uçuk bulur. ,
Postmodenizme olan eleştirilerden
birisi de aşırı göreceliğin ve akla
güvensizliğin toplumsal sorunları çözmeyi olanaksız hale getirmesi ve geleceğe inanmayı imkansızlaştırmasıdır.
Modernizm ve Postmodernizmin Keskin
Farkları :
Modernizm Postmodernizm
Düzen/Kontrol Düzensizlik/Kaos
Kesinlik Belirsizlik
Gelişme/Gelecek Statik/Bugün
Homojenlik Heterojenlik
Fikir Birliği Çoğulculuk
Hiyerarşi Eşitlik
Uyum Uyumsuzluk
Öngörü Şans
E.
Kaynakça
:
Çağdaş Sosyoloji Kuramları – Margaret
Poloma
Sosyoloji Kuramları – Anthony Giddens
Çağdaş Sosyoloji Kuramları – Ruth A.
Wallace
Vikipedia
Postmodernizm - Doktor Yavuz Bayram