Hazırlayan : Ersan Demirdalıç
NIKLASS LUHMANN ve SOSYOLOJİK GÖRÜŞLERİ
A.
Kısa Hayat Hikayesi
Niklas Luhmann meşhur sistemler
teorisi ile tanınmış , 20. yüzyılın en önemli sosyal kuramcılarından biri
olarak kabul edilmektedir. 8 Aralık 1927 yılında Ailesinin birkaç nesil bira
üzerine çalıştığı Aşağı Saksonya ‘ nın Luneburg kentinde dünyaya geldi. 1943
yılında Johanneum adlı okuldan mezun olduktan sonra İkinci Dünya Savaşı ‘ nda
askere alındı ve 17 yaşındayken 1945 yılında Amerikan askerleri tarafından esir
alındı. Savaştan sonra 1946-1949 yılları arasında Freiburg Üniversitesi ‘ nde
hukuk okudu ve sonra Luneburg ‘ da kamuda kariyerine başladı. 1961 yılında
ücretli izinde olduğu sırada Harvard ‘ a gitti ve orada en etkili sosyal sistemler teorisyeni Talcott Parsons
ile çalışmaya başladı. Önceleri Talcott Parsons'tan etkilenen Luhmann kısa
zamanda kendi sosyal sistem teorisini geliştirmeye başlamıştır. 1962 yılında
kamu hizmetini bırakarak 1965 yılına kadar , Almanya İdari Bilimler
Üniversitesi'nde ders verdi. 1965-1966 yıllarında Münster Üniversitesi'nde bir dönem sosyoloji okudu. 1968/1969
yılında Frankfurt Üniversitesi'nde
Theodor Adorno kürsüsünde okutman olarak
görev yaptı. Daha sonra Almanya’ da yeni kurulan Biefeld Üniversitesi'ne
sosyoloji profesörü olarak atandı ve 1993 yılına kadar burada kaldı. Emekli
olduktan sonra üretmeye devam eden Luhmann bu uzun süreçte 70 kitap ve 400'e
yakın makale yazmıştır. Luhmann, hukuk, ekonomi, politika, sanat, din, ekoloji, kitle
iletişim araçları ve aşk gibi çok çeşitli konuları incelemiştir.
B.
Çalışmaları ve Eserleri
Luhmann 70 den fazla kitap ve
400 makale yazmıştır. Eserleri hukuk, ekonomi, siyaset, sanat, din, ekoloji,
kitle iletişim araçları ve sevgi dahil çeşitli konulardadır. Oldukça üretken
bir hayat anlayışı vardır. Amerikan Sosyolojisi ‘ nde olmasa da Alman Sosyolojisi
‘ nde oldukça bilinen , tanınan ve otorite olarak kabul edilen bir sosyologtur.
Rusya dahil Japonya ve Uzak Doğu da görüşleri ile kendisini tanıtmış ve
buralarda üzerinde çalışılmış bir sosyolog olma şansına ulaşmıştır. Onun
nispeten düşük profilinin sebebi Alman Sosyologlar da dahil anlaşılması güç
olan anlatımından dolayı eserlerinin
tercüme edilebilmesinin güçlüğüdür. Luhmann'ın çalışmalarının büyük bir kısmı
doğrudan hukuk sisteminin işlemleri ile ilgilidir. Luhmann sosyal sistemler
kuramının potansiyeli üzerinde önemli teorisyenlerden Jurgen Habermas ile
yaptığı tartışmalar sebebiyle Kuzey Amerikalılar tarafından tanınmıştır.
Luhmann kendi teorisini bir labirente benzetir. Onun tek seferlik hocası Talcott Parsons gibi,
Luhmann' da bir " Büyük Kuram"
savunucusudur. Aşağıda yapmış olduğu bazı önemli çalışmaların kronolojik
olarak isimleri verilmiştir .
1963: (Franz Becker Ile): idari hata ve
güven
1964: Fonksiyonlar ve Biçimsel Organizasyon
1965: Kamu sektörü tazminat kabul hukuki politikası
1965: Bir Kurum Olarak Temel Haklar
1966: Kamu Yönetiminde Hukuk ve Otomasyon
1966: Kamu Yönetimi Kuramı
1969: Prosedür
1970: Sosyolojik Aydınlanma
1971 (Jürgen Habermas Ile): Toplum ya da Sosyal Teknoloji Teorisi
1972: Hukuk
1973: (Renate Mayntz Ile): Kamu Hizmetinde Personel
1974: Hukuk Sistemi ve Hukuk Doktrini
1975: Güç
1975: Toplum
1977: Din,
1978: Organizasyon ve Karar
1979 (Karl Eberhard Schorr Ile): Eğitim Sisteminde Yansıma Sorunları
1981: Refah Devleti
1981: Şirket Yapısı ve Semantik
1981: Sosyolojik Aydınlanma 3
1982: Passion Gibi Aşk
1984: Sosyal Sistemler
1986: Hukuk
1987: Sosyolojik Aydınlanma 4
1988: Şirket
1988: İnşaat
1989: Şirket Yapısı ve Semantik
1989 (Peter Fuchs Ile): Konuşma ve Sessizlik
1990: Risk ve Tehlike
1990: Denemeler Self-Referans
1990: Yapılandırmacı Perspektifler
1990: Toplum
1991: Risk
1992: Modernite
1993: Şirket
1994: Sanat Sisteminin Farklılaşması
1995: Kitle İletişim Araçlarının Gerçeği
1995: Sosyolojik Aydınlanma 6
1995: Şirket Yapısı ve Semantik
1996: Modern Bilimler ve Fenomenoloji
1997: Şirket
( Wikipedia )
C.
Temel Sosyolojik Yaklaşımı ve Toplum
Görüşü
Önceleri Talcott Parsons ‘ tan
etkilenen Luhmann kısa bir süre sonra kendi sistemini oluşturmaya başlamıştır.
Doğal olarak yapısal işlevselci bir yaklaşıma da sahip olmuştur. İşlevselci
olmakla beraber , Jeffry C. Alexander , Paul Colomy , Dean Gerstein , Mark
Gould , Frank Lechner , David Sciulli , Neil Smelser ve Richard Munch gibi önemli sosyologlarla
beraber yeni işlevselciler arasında bulunmuştur.
Yeni İşlevselcilik İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ABD’de ortaya atılan ve asıl gelişimini 1950’li yılların ikinci
yarısı ile 1960’lı yıllarda yaşayan bir bölgesel bütünleşme teorisidir. Bu
yıllar Avrupa bütünleşmesinin de başlayıp gelişim gösterdiği yıllar olduğu için
yeni işlevselci akım Avrupa’da yaşanan gelişmelerden etkilenmiş ve bu anlamda
bütünleşmenin teori ve pratik kısmı birlikte ilerlemiştir. 1984 ‘ te Jeffry C. Alexander ‘ ın başkanlığında
Amerikan Sosyoloji Derneği yıllık toplantısında yeni işlevselciliğe iki oturum
ayırmış ve Parsons ‘ cu kuramın deneysel uygulamalarını yeniden gözden
geçirmiştir. Böylece yeni işlevselciliğin resmi oluşturulmaya başlamıştır.
Yeni işlevselevselciliğe göre,
bölgesel bütünleşme, düzensiz ve çelişkili bir süreçtir. Burada demokrasi
rejimiyle yönetilen ülkeler kendilerini
bölgesel bir gücün baskısı altında hissedecekler ve yaşadıkları çelişkiden kurtulmanın
yolunu oluşturdukları bölgesel
organizasyona daha fazla yetki vermekte bulacaklardır.
Yeni işlevselciliğe göre bütünleşme sürecinin ana aktörleri ulus
devletin üstünde ve altındaki aktörlerdir. Ulus devletin altındaki çıkar
grupları ve siyasi partilerken; üstündeki aktörler çok uluslu bölgesel
bütünleşmelerdir. Aktörler bütünleşmeyi teşvik eder, çıkar gruplarının
gelişmesini sağlar ve teknokratlarla aralarında yakın ilişkiler kurarak her
ikisini de idare eder. Yeni işlevselciliğe göre, bütünleşmede ulus devletin
rolü sadece yaratıcı uyumluluk olmalıdır. Yani devletler, ulus üstü ve altı
isteklere uymayı seçecek ya da kendilerini buna zorunlu hissedeceklerdir.
Yeni
işlevselci teorinin karakteristik özellikleri:
1. Etkileşimin büyüyerek siyasi bir
entegrasyosi entegrasyona doğru gitmesini sağlar.
2. Otomatik olması önemlidir. Sosyal grupların
önemi, entegrasyonu ileri taşıyan çıkar
grupları
3. ya da siyasi partilerdir.
4. Elitisit bir teori olarak vardır. Halk ve
hükümet karışmaz.
5. Ekonomik entegrasyon ile siyasi
entagrasyon arasındaki ilişkiyi sorgular.
6.
Entegrasyon bir süreçtir ve asla bir sonuç olamaz.
( akademikperspektif.com )
Yeni İşlevselciliğin
işlevselcilikten en önemli farkı, işlevselciliğe göre ekonomik ve sosyal
sorunlar siyasi sorunlardan ayrı düşünülebilecekken, yeni işlevselcilik bu üçü
arasında bir ayrım olmadığını savunmaktır. Diğer bir fark, yeni işlevselciliğin
faydacı yaklaşımıdır. Buna göre, ortak çıkarlara inanç, bütünleşmenin olmazsa
olmazı değildir. Bütünleşmeye konu olan parçalar, yani ulus devletler, kendi
çıkarlarını gözeterek bu yolu seçerler. İşlevselcilikte ise önemli olan işleyen
bir barış sisteminin varlığıdır. Öte yandan, işlevselcilikte odak noktası
uluslar arası işbirliği iken, yeni işlevselcilikte bölgesel işbirliğidir.
İşlevselci
teori neden yetersizdir?
1. Bazı
ihtiyaçlar uluslar üstü niteliğe sahiptir.
2. Ulus devletlerde ilk önce gelen beklenti,
devletin bekasının korunmasıdır. Bu da kamu refahını artırıma amacını öncelikli
kılmaktadır. Devlet kendi içinde bir amaç yaratma yoluna gitmiştir.
3. Ulus
devlet, dünya barışına zarar veren bir engel olarak tanımlanıyor ( Mitrany ) Kendi
tezinde, “Dünya Devleti” olarak kalıcı bir bütünün gerekliliğini savunur.
1952’de kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu,
Avrupa bütünleşmesi
tarihinde işlevselciliğe en iyi
örnek olarak gösterilmektedir.
İnsan ihtiyaçlarını karşılarken,
devleti vazgeçilemez olarak ele alırsanız uluslar arası alanda gereksiz bir
esneklik yaratırsınız. Bunun yerine bazı ihtiyaçlar uluslar üstü kurumlarca
karşılanabilirse, daha verimli ve daha iyi aynı zamanda ulusal hükümetlerin
topluma sağladığı faydadan daha fazla refah sağlanabilir.
Mitrany devletin
merkezileştirmelisini barışın, düzenin, gelişen yeni refah sistemlerinin
bekçisi olarak görülmesini öngörmektedir. Yaratıcı düşünce artık şarttır.
İçişlerinin ve dışişlerinin; uluslar arası sistemde tekrar düzenlenmesini
gerektirir. Uluslar arası sistemin devletlerin birbirine ekonomik
bağımlılığının sağlanması da kamu yönetiminde, dağıtımında, refahında iletişiminde
yaratıcılığı gerektirir. Artık devletin melez bir sistemde hareket etmesi
sağlanmıştır.
İşlevselci
entegrasyon teorisi nedir? Argümanı nedir?
Birbirine bağımlı bir dünya da işlevsel
görevlere göre düzenlenmiş uluslar arası organizasyonlar, küresel teknik ve
ekonomik sorunların çözümünü ve sosyal servislerin sunulmasını ulus devletten
daha çok fayda sağlar.
Bir kez yaratıldıktan sonra hükümetlerin
refah fonksiyonlarını da üstlenirler.
D.
Toplum Görüşü , Uyguladığı Metod ve
Çalışmalarında Öne Çıkan Kavramlar
Hayatındaki ilk önemli sosyolog olan
Parsons ‘ tan etkilense de onun işlevselciliğine iki noktadan itiraz etmiş ve
onun işlevselcilik anlayışıyla sistemler kuramını birleştirerek yeni bir sosyolojik
yaklaşım oluşturmuştur. Luhmann , Parsons ‘ un yaklaşımında iki temel eksik
görmektedir. Birincisi Parsons kendi kendine başvuruya yer vermez , yani
kendisine atıf , bir eksikliktir. Luhmann ‘ a göre toplumun kendi kendine
başvurma yeteneği onu bir sistem olarak anlamamızın merkezindedir. İkinci eksik karmaşıklıktır ve Parsons olumsallığı tanımaz , kısacası Parsons modern toplumu olduğu gibi
yeterince çözümleyemez. Luhmann , Parsons ‘ un sistemindeki iki eksiği , kendi
kendine başvuruyu yeni kurgusunda sistemlerin merkezinde kabul eden ve
olumsallık ile birlikte olayların veya daha doğrusu şeylerin farklı olabileceği gerçeği üzerinde
duran bir kuram için çerçeve oluşturma yoluyla ele alır. Yeni işlevselcilerden
olmasının sebebi de bu ayrışma ve bunun sonucunda oluşturduğu kendi
işlevselcilik bakış açısıdır. Çalışmalarında
tümdengelim metodunu kullanmıştır. Geliştirdiği en önemli kavram ise sistem
teorisidir.
Luhmann
‘ ın Sistemler Teorisi :
Onun tüm çalışmalarında birbirine bağlı üç
konu üzerinde durulmaktadır
1. Toplumsal
teori olarak sistem teorisi
2. İletişim
kuramı ve
3. Evrim
teorisi
Luhmann ‘ a göre toplumsal sistemler
insanların karşılıklı ilişki içerisinde oldukları her yerde bulunur. Üç tip
sosyal sistem vardır . İnsanların yüz yüze karşılıklı ilişkilerle
oluşturdukları etkileşim sistemleri , birtakım üyeliklerle ve şartlarla
oluşturulmuş örgütsel sistemler ve herşeyi içine alan büyük toplum sistemleri .
Luhmann ‘ a göre kendine başvuru ya da kendine atıf sistemlerin
yeterince işlev görebilmeleri için bir ön şarttır. Bu sistemin kendisini
kontrol etmesi demektir. Yani sistem ne yaptığını , ne durumda olduğunu ve ne
yapacağını biliyor demektir. Kendilerine atıf yapan sistemler yalnızca
kendilerini örgütlemezler aynı zamanda sürekli kendisi için gerekli argümanları
üretme kabiliyetine sahiptir. Sistem aynı zamanda karar verme yeteneğine
sahiptir. Parsons sistemin ihtiyaçları var derken Luhmann sistemin kendisi
hakkında düşünüp , karar verebildiğini ortaya koymaktadır. Kendisi üzerinde
düşünebilen bir sistemin düşünme yeteneğini bilim insanlarından alması
gerekirken Luhmann sistem kuramında insanın işin merkezi olmaması gerektiğini
ortaya koymuştur. Bunların insanlarla değil iletişim birimleri arasında kurulan
bağlantılarla sağlanması gerekir. Demek oluyor ki Luhmann'ın teorisinin temel
unsuru iletişimdir. Sosyal sistemler, iletişim sistemleridir ve toplum en
kapsamlı sosyal sistemdir. Bir sistem kendisi ve kendisini sınırsız kompleks
veya kaotik çevresi arasındaki bir sınırla tanımlanır. Sistem teorisi Niklas
Luhmann Teorisi ‘ dir . Çünki O , özneyi yoklamlamıştır. Luhmann ‘ a göre esas
mesele iletişimdir. İletişim iletişime
eklemlenir , İletişimin bittiği yer eklemlenemediği yerdir. Sistem teorisinin
yaptığı şey, sistem oluşturan iletişimler’in ele alınması olarak özetlenebilir.
Luhmann ‘ ın sistem teorisinin çıkış noktalarından biri, biyolog ludwig von
bertalanffy’nin otuzlu yıllarda temelini attığı genel sistem teorisi. Diğeri
de, biyolojide kullanılan sistem çözümlemelerini model alan talcott parsonn’un
yapısal-işlevsel toplumsal sistemler teorisi. Sistem Teorisinin insanların
gözünde şimşekler çaktırmasıysa bir paradigma değişikliğine dayanır ki, bu paradigma değişikliği, yine biyolojiden
aşırma bir kavram olan autopoiesis’in sistem teorisine zuhur etmesidir. Autopoeietik
sistemler hem kendi kendini oluşturan hem de kendi kendini yeniden üreten
sistemler olarak bilinirki, bu da sistemin self reference olması demektir.
Sistem
teorisinin yaptığı da, toplumu, kendini sürekli yeniden üreten autopoietik self
refrence bir sistem olarak ele alıp, parça-yapı-işlev üçlüsü yerine
çevre-sistem-difference üçlüsü üzerinden çözümlemeye çalışmaktır. Bu teorinin
toplumlara uyarlanmasını kabataslak olarak şu şekilde açıklayabiliriz;
toplumu oluşturan her bir parça
(bireyler, aileler,gruplar vs.) bir çarka benzetilmiş, bu çarkların hepsinin
birbirleriyle etkileşim halinde olduğu varsayılmıştır. yani çarklardan herhangi
bir tanesinin fonksiyonunu kaybetmesi halinde bu çarkların bir bölümünün de bu
durumdan olumsuz yönde etkileneceği düşünülmüştür. kusursuz bir toplum ütopyası
hedefleyen sistem teorisine göre tüm çarkların sağlıklı bir şekilde
fonksiyonlarını yerine getirmeleri gerekmektedir. Sistem
teorisi açık şekilde şu an varolan toplumlara
uyarlanabilmektedir. Adından da anlaşılacağı gibi sistemin kendi
kendisini korumasını sağlayacak en verimli sosyal yaklaşımdır. İktidar ve güç
sahiplerini temsil eden koskocaman, ağır ve dönmek için hiçbir çaba veya enerji
üretmeyen yalnızca boş bir delikte asılı duran bir çark düşünün ve onun
etrafında dönmeye çalışan birlerce büyükten küçüğe doğru başka çarklar
mekanizması. İşte bu mekanizmanın en son halkası olan en küçük çarkların en
fazla enerji sarfetmesi gereken çarklar olduğunu ön görebilirsiniz. İşte bu
küçük çarkların ve bazende orta boyutlu çarkların bazı dişlilerini kaybetmeleri
pek fazla sorun teşkil etmez sistemin geneli için, ama bazen dişlerinin yarısı
kırılır ve artık fonksiyonlarını yerine getiremeyecek hale gelirler. Dişlerinin
yarısını kaybeden en küçük çarklar önemsenmez, onların zamanla paslanıp yok olmalarına
göz yumulur; nasıl olsa onların fonksiyonlarını yerine getirebilecek güçte orta
ölçekli çarklar mevcuttur ama sistemin genelinin çalışmasını tehdit edecek bir
çarkın dişlerini kaybetmesi halinde sistemin kullanabileceği son bir kozu
vardır; bu çarklara yeni bir tane diş eklemek (sosyal yardımlar, krediler,
destek primleri vs.) ve o çarkın yerine yeni bir çark gelene kadar sistemi
idare etmesini sağlamak.
Luhmann ‘ ın Riziko ve Tehlike Tanımı :
Luhmann rizikoyu Sosyolojik Bir Kuram adlı eserinde birey tarafından verilen
bir kararla beliren bir tehlike olarak tanımlamıştır. Mesela alkol içip
içmemek. Riziko ile tehlikeyi de birbirinden ayırmıştır. Tehlike bireyin kendi
elinde olmayan durumlarda ortaya çıkar , mesela deprem , sel , kasırga gibi
çevreye atfedilecek muhtemel bir zarardır. Bir bireyin vermiş olduğu bir
kararla ortaya çıkan riziko başka birey için tehlikeye dönüşmektedir bu
durumda. Mesela sigara içenin içmeyene verdiği zarar. İnsanların çoğu karar
verme mekanizmalarının aldıkları kararların içinde yaşadıkları için rizikoların
tehditleri altındadırlar. Kendilerini bu çarkların dışında tutabilen insanlara
sonsuz saygı duyarken , çoğunluk çarkın içinde yaşamak durumunda olduklarından
bu tehlikelerin tehditleri altındadırlar.
Luhmann işlevselci olduğu için
toplumsal değişmenin çatışmayla değil toplumun bütününün korunarak toplumu
oluşturan parçaların kendilerini bilimsel bilgi yenileme , artırma ya da kısaca
geliştirme yoluyla değişmesiyle olabileceğini savunmaktadır.
Çifte
Olumsallık Kavramı (double contingency ) : Çifte olumsallık karşı karşıya gelen iki kişinin ya da tarafın birbirlerine karşı hesaplanamaz durumda ve
birbirleri hakkında bilgisiz olmalarıdır. Karşılıklı iki kara kutu olma hali olarak da nitelendirilebilir. İlk defa Talcott
Parsons'da rastlanan bu kavramın amacı bir durumu tasvir etmektir. Şöyle bir
durum: A ve B, iki insan, karşı karşıya. A , B yi ; B , A ‘ yı fark ediyor. İkisi
de birbirlerini fark ettiklerini fark ediyorlar. A, kendi davranışını B ' ye bakarak
belirlerken, B de A ‘ ya bakarak belirliyor . O zaman bir paradoks oluşuyor: İkisi de
davranışını birbirlerine bağımlı bir şekilde belirleyecekse, o zaman nasıl
anlaşıyorlar? Olumsallık şu manaya
geliyor: zorunlu olmaksızın var olan. Olumsallık
daha ziyade var olan bir şeyin varlığının zorunlu olmadığı ama gene de var olduğunu
vurgulamak için kullanılan bir kelime. Evvela çözümü için kültürel koşullanmayı
gerekli görmüyor Luhmann , çünkü double
contingency'nin yarattığı huzursuzluk, kendi çözümünü zorluyor.A ve B double contingency anında her tür tesadüfü,
davranışı, daha sonra gelecek davranışların ve iletişim denemelerinin temeli
olarak kullanabiliyor, o baştaki huzursuzluğu yenmek için. Bir gülümseme, bir
somurtma, dostane bir el uzatma hemen bir sonraki davranışı hazırlayabiliyor. Yani
şöyle: karşımızda bir problem var, double contingency. literatürde (Parsons'ta)
bu problem kültürel koşullanma ve benzeri şeylere referansla çözülüp, problemi çözen
şeyi meşrulaştırıyor. Luhmann, double contingency'nin, bir problem olarak kendi
çözümünü zorladığını söylüyor. Bu kimi zaman kültürel koşullanma, kimi zaman
başka bir şekilde çözülse de, çözümün kendisi problem tarafından hazırlanıyor.
Toplumsal
Sistemlerin Evrimi : Aslında toplumsal değişim için sistemin kendisini deneme
yanılma yoluyla bir sürecin içine sokmasıdır. Luhmann ‘ a göre ilerleme
anlamsızdır ve böylece Parsons ‘ tan ayrılmaktadır. Evrim üç işlevin
oluşmasıyla tanımlanabilecek bir süreçtir. Yeniden üretilebilir özelliklerin
çoğalması , seçimi ve istikrar kazanması. Şayet bir sistem çevresel etkenler
sebebiyle oluşan bir sorunla karşılaşırsa çeşitli çözümler üretebilir ve
bunlardan bazıları işe yaramayabilir. Bir çözüm seçilince de en iyisi seçilmiş
olmayabilir. Toplumsal sistemde istikrar kazanma sistemin tüm parçalarının çözüme
uyumlulaştırılmasını gerektiren bir farklılaşma içerir. Evrim süreci istikrar
kazanma aşaması geçilince geçici de olsa bir sonuç elde edecektir.
Farklılaşma
: Birey ; beden, zihin ve sosyal sistemler olan üç adet autopoietik
(
yukarıda ne demek olduğu açıklanmıştı ) sistemden oluşur. Bu üç sistem
kendisini farklı operasyonlarla yeniden üretir. Her birinin farklı çevreleri
vardır. Beden, metabolik olarak, zihin düşüncelerle, sosyal olan ise iletişimle
bu yeniden üretimi gerçekleştirir. Bu sistemler birbirlerine bağlı ama aynı
zamanda kısmi bağımsızlıkları da olan sistemlerdir. Bir sistem içinde
farklılaşma çevresel değişimlerle baş etmektir aynı zamanda. Aksi halde
çevrenin karmaşıklığı ile yıkılacak ve varlığı sona erecektir. Farklılaşma
süreci sistemin karmaşıklığını artıran bir sebep olsa da bu süreç çevresel
çeşitlenmeye cevap için sistem içinde daha fazla çeşitlenmeye olanak sağlar ,
alt sistemler arasında oluşan yeni birimle kurulacak bağlantıların sayısı artar
mesela kurulan yeni bir bilgisayar ağı diğerlerine fayda verebilecek düzeye
gelir. Böylece muhasebe , müşteri bilgilerinin saklanması ve bu konuda
yapılabilecek çalışmaların daha hızlı ve sistemli bir şekilde gerçekleşmesi
sağlanmış olabilecektir. Böylece farklılaşma hızlı bir evrime de yol açmaya
başlayacaktır. Farklılaşmanın türleri vardır. Bunlar ;
1. Bölünmeye
Dayalı Farklılaşma : Sistemin parçalarının özdeş görevleri yerine getirme
doğrultusunda tekrar tekrar ayrılmasıdır. Örneğin bir hamburger restoran
zinciri değişik yerlerde olsa da aynı şekilde kurgulanmış çalışma şekline sahip
, aynı standart ürünü üretir
2. Tabakalaşmaya
Dayalı Farklılaşma : Kademe veya statüye göre dikey bir farklılaşmadır. Bunu
bir işyerinde en tepede geniş yetkileri olan bir genel müdür , daha sonra altta
bulunan müdür ve onların yardımcıları ve diğerleri şeklinde
örneklemleyebiliriz. Her bir pozisyon ya da kademede bulunanlar kendilerine
tevdi edilen işlevleri yerine getirirler ve böylece sistemin sağlıklı bir
şekilde yürümesini sağlarlar.
3. Merkez-
Çevre Farklılaşması : Merkez ve çevre arasındadır. Bölünme ve tabakalaşma
arasında bir bağlantı işler. Mesela bir hamburger şirketi , merkezde şirketi
idare edenler kalırlarken şirket başka bir memlekette mağaza açabilir.
4. İşlevsel
Sistemlerin Farklılaşması : Luhmann’a göre toplum, bazı sosyal farklılaşma
tiplerinin karışımıdır. Modern toplum
işlevsel olarak farklılaşmıştır. İşlevsel olarak farklılaşma, farklı sosyal
bölümlerin otomatik olarak işlev görmesidir. Fonksiyon sistemlerinin
autopoietik sayılmaları için iletişimsel olaylar üretmeleri gerekir. Bu
iletişimi sağlamak için ikili kodlar kullanırlar (Günnur ERTONG / Ankara
Üniversitesi DTCF Sosyoloji Bölümü ) .
Kod : Bir sistemin öğelerini sisteme ait
olmayan öğelerden ayırt etmenin bir şeklidir. Mesela kodlar bilim sistemi için
objektif ( taraflı olmaya karşı ) , hukuksal sistem için hukuki ( hukuki
olmamaya karşı ) olmalıdır. Kodlar sistemler için olmazsa olmaz dil
kullanımıdır.
E.
Kaynakça
Ruth
A. Wallace – Alison Wolf , Çağdaş Sosyoloji Kuramları
George
Ritzer , Sosyoloji Kuramları
Wikipedia
akademikperspektif.com
arsivbelge.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder